
Günümüzde insanların büyük bir
çoğunluğu, kendi yaşam tarzlarına uyum sağlayabilecek niteliklere sahip eşlerle
birlikte olmayı tercih ediyor. Örneğin, dışa dönük, sosyal, etkileyici, başarı
odaklı, hırslı, imaj ve görünümüne önem veren, kariyer sahibi olmayı önceleyen
bir kişi, genellikle kendisi gibi bir eşle birlikte olmayı tercih ederken; içe
dönük, yalnız kalmaktan hoşlanan, sosyal ortamlardan ve kalabalıktan rahatsız
olan bir kişiyle ise ilişki kurmayı tercih etmeyebilir. Ancak yaşam tarzları
arasında uyum ya da benzerliklerin olması da bir ilişkinin devam etmesi için
yeterli olmayabiliyor. Şöyle ki, başarı ve kariyer odaklı bir çift,
ilişkilerinin başlarında birbirlerini daha başarılı olmaları, işlerinde
yükselmeleri yönünde motive edip desteklerken, iş yoğunluklarının arttığı
dönemlerde birbirleriyle yeteri kadar ilgilenmeyebilir, ilişkilerinin yerine
işlerine öncelik verebilirler. Ya da kariyer hedeflerine ulaşmalarına engel bir
durum söz konusu olduğunda (örn: çocuk sahibi olmak, iş nedeniyle başka bir
şehre taşınmak, vb) ilişkilerinde ciddi sorunlar yaşayabilirler. Özetle; yaşam
tarzlarının uyumlu olması, eş seçiminde ve ilişkilerin başlamasında oldukça
önemliyken, ilişkinin sürmesi için tek başına yeterli olmayabilir. Burada
önemli olan nokta; çiftlerin mutlu bir ilişki süreci geçirebilmeleri için,
yaşam tarzları ve alışkanlıkları konusunda birbirlerine uyum sağlayabilecek
kadar esnek olabilmeleridir. Ancak bizim önerdiğimiz esneklik, eşlerden birinin
kendisine zarar verebilecek kadar tavizkâr olmasından çok; her ikisinin de, hem
kendisinin hem de eşinin mizaç ve kişilik yapısını tanıyıp anlaması, tutum ve
davranışlarını bu eksende ayarlayabilmesiyle ilgilidir. Zira çiftlerin
ilişkilerde ne kadar esneyebilecekleri de yine mizaç özelliklerine bağlıdır.
Örneğin, bazı mizaç tipleri, esneklik gösterme, kabullenme ve uyum sağlama
konusunda doğal bir avantaja sahipken, bazıları ise esneklik göstermeyi bir
güçsüzlük ve zaaf olarak değerlendirebilirler.
İlişkilerin bitmesine neden olan bir diğer etken de kişilerin “durumsal ihtiyaçlarına” göre ilişkiye
başlamalarıdır. Örneğin durgun, monoton ve rutin hayatı olan bir kadın, kendisinden
çok daha dışa dönük, canlı, hareketli, enerjik ve yenilikçi bir erkek ile
tanıştığında güçlü bir çekim hissedebilir. Benzer şekilde erkek de, kadının
sakinliğinden, telaşsızlığından ve durgunluğundan hoşlanabilir. Kadının
durumsal ihtiyacı, monoton giden hayatına renk gelmesiyken, erkeğin durumsal
ihtiyacı ise biraz daha dingin bir hayat yaşamaktır. İlişkinin başlaması ve
durumsal ihtiyaçların karşılanmasından sonraki süreçte ise kişilerin “genel ihtiyaçları” ön plana çıkacaktır.
Böyle bir durumda kadın, ilişkinin başında eşinin hızlı, girişken, kolay ilişki
kuran ve canlı yapısından hoşlanırken, ilerleyen dönemlerde eşinin bu yönlerini
eleştirir hale gelebilir. Aynı şekilde erkek, ilişkinin başında eşinin
ağırlığına, durgunluğuna, sakinliğine ve huzurlu yapısına hayran olurken,
ilerleyen dönemlerde eşini, pasiflik, yavaş olmak ve kendisine eşlik edememekle
suçlayabilir. Bu durum genellikle
ilişkinin ayrılıkla sonuçlanmasına ya da daha da trajedik bir biçimde çiftlerin
“ilişkisiz bir ilişki” yaşamasına neden olabilir. Cafe ya da
restaurantlarda saatlerce birlikte oturup, yemek yiyen ancak iki cümle
konuşmadan kalkan çiftler, “ilişkisiz ilişki” kavramının canlı örnekleridirler.
Çiftler, uzun soluklu bir ilişki
istiyorlarsa, öncelikle kendilerinin ve eşlerinin durumsal ve genel
ihtiyaçlarını bilmeli ve bu ihtiyaçları dengeli bir biçimde
karşılayabilmelidirler. Bir erkek, eşinin hem genel ihtiyacı olan; fark
edilme, beğenilme, ilgilenilme v.b. ihtiyaçlarına, hem de kendisi için önemli
olan durumsal ihtiyaçlarına (örneğin, karar vermekte zorlandığı bir durumda
desteklenme ihtiyacı) karşılık
verebilmelidir. Aynı şekilde kadın da eşinin hem genel hem de durumsal
ihtiyaçlarına cevap verebilirse, çiftler arasında dengeli bir ilişki
kurulabilmiş demektir. (Aşk-ı Mizaç)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder