24 Nisan 2015 Cuma

Bekarlar! Kendinizi bir de bizden dinleyin...

Evlilik ya da partner ilişkisi, bireylerin “tek kişilik yaşamdan”, “iki kişilik yaşama” geçtiği bir dönüm noktası olmanın yanı sıra kişiyi bireysel açıdan olgunlaştıran, yaşama tutunmasını sağlayan ve yaşamını düzene sokan bir etkiye sahiptir.  Bu birlikteliğin mutlu ve sağlıklı bir şekilde sürüp sürmeyeceğini belirleyen en kritik nokta ise, bizlerin ilişkiden beklentilerine yanıt verebilecek “en doğru eşi” bulabilmemizdir. Dolayısıyla doğru eş seçimi, bireyin yaşamında alacağı en önemli kararlardan bir tanesidir. 

Peki evlilikten beklentilerimize yanıt verebilecek “en doğru eşi” nasıl tespit edeceğiz? Ya da eş adayımızın o “doğru kişi” olup olmadığına nasıl karar vereceğiz? Aslında eş adayımızın bizim için en doğru kişi olup olmadığına karar verebilmemiz için öncelikle “kendimizi doğru bir biçimde tanıyor olmamız” gereklidir. Ancak birçoğumuz kendini zaten tanıdığını düşündüğü için, genellikle kendini tanıma aşamasını atlayıp; “nasıl bir kişiyle evleniyorum, karşımdaki anlaşabileceğim bir kişi mi, onunla bir ömür boyu mutlu olabilecek miyim?” şeklindeki sorularla karşısındaki kişiyi tanımaya yoğunlaşır.  Oysa genellikle pek azımız “ben nasıl bir kişiyim, karşımdaki kişi benimle anlaşabilecek mi, ilişkimden/evlilikten ne bekliyorum, ne istiyorum, eğilimlerim ne”  gibi kendimizi tanımaya yönelik sorular sorarız. Aslında eş seçiminde yapılan hatalardan en önemlisi, kişilerin evlenmeden önce sadece evleneceği kişi üzerinde durmasıdır. Zira kendisini çok iyi tanıyıp analiz edemeyen bir kişi, eş adayıyla anlaşıp anlaşamayacağının cevabını da asla sağlıklı bir şekilde veremez. Bu nedenle bireyler ilişki kurmaya öncelikle kendini tanımakla başlamalıdır. İşte, Bana Eşimi Söyle' de ciddi ilişkilere hazır olan bekarlara "gelin önce kendinizi yakından tanıyın" diyerek tamamladıkları mizaç testi sonunda, profil sayfalarında onlara detaylı bir rapor sunmaktadır. 
Peki nedir bu rapor ? Mizaç analiz raporu, mizaç tipinize özel olarak hazırlanmış ve içeriğinde aşağıdaki başlıkların yer aldığı çok yönlü, detaylı bir rapordur.
 
  • Beni Anlatan Kelimeler
  • Potansiyellerim
  • Risklerim
  • Genel Karakteristik Özelliklerim
  • Sosyal Yaşantım
  • Sizin İçin Aile
  • İlişki Dünyam / Özel Yaşantım
 Beni Anlatan Kelimeler: Raporunuzun bu bölümünde, yaşamınızda belirgin olan belli başlı mizaç özellikleriniz yer almaktadır.
 Potansiyellerim: Bu bölümde, mizaç yapınızda potansiyel olarak var olan olumlu özellikleriniz yer almaktadır.
 Risklerim: Bu bölümde, mizaç yapınızda potansiyel olarak var olan olumsuzluğa açık riskli özellikleriniz yer almaktadır.
 Genel Karakteristik Özelliklerim: Raporunuzun bu bölümde, mizaç özelliklerinizin yaşam içerisinde nasıl ve ne şekilde yaşantılandığını açıklayan detaylı bilgiler yer almaktadır.
 Sosyal Yaşantım: Bu bölümde sosyal yaşantınız içerisinde aldığını roller, arkadaşlık ilişkileriniz, çevrenizden beklentileriniz vb. konular mizaç özellikleriniz temel alınarak açıklanmaya çalışılmıştır.
Sizin İçin Aile: Bu bölümde, aile kurumuna bakışınız, aile yaşantınızda aldığınız roller ve ailenizden beklentileriniz mizaç özellikleriniz temel alınarak açıklanmaya çalışılmıştır.
İlişki Dünyam / Özel Yaşantım: Bu bölümde özel ilişkilerinizdeki beklentileriniz, dikkat ettiğiniz konular, davranış ve tutumlarınız, mizaç özellikleriniz temel alınarak açıklanmaya çalışılmıştır.


Hem kendinizi hem de ilgilendiğiniz eş/partner adayını daha yakından tanımak istiyorsanız, Mizaç Testinizi sizi doğru yansıtacak en dürüst şekilde doldurun ardından mizaç analizinizi geçici bir süreye kadar ücretsiz olarak okuyabilirsiniz... 

22 Nisan 2015 Çarşamba

Partner - Eş İlişkisinde Çok Önemli Bir Kavram: Erillik - Dişillik

                Hayatta her şey karşıtıyla/zıttıyla birlikte değerlendirildiğinde bir anlam ifade eder. Örneğin iyilik, kötülük olmadan; güzellik de çirkinlik olmadan bir anlam taşımaz. Kadın, erkek olmadan anlamını yitirebileceği gibi;  erkek de kadın olmadan bir anlam taşımaz. Burada bir nokta çok önemlidir: Eğer iki zıt birbirini yok etmeyip, tamamlıyorsa biz buna “bütünü meydana getiren paradoks” diyebiliriz. Kadın ve erkek, varoluşun en değerli meyvesi olan insanın, birbirini tamamlayıcı iki yüzüdür. Bununla birlikte her kadın ve erkeğin içinde iki tür psişik enerji/nitelik bulunur: Erillik ve Dişillik…
                Erillik ve dişillik; psişik cinselliğimizi bir bütün halinde belirleyen paradoksik zıtlardır. Basitçe tanımlarsak, erillik; bir kişinin eken, yöneten, yönlendiren, müdahale eden etkin tarafını temsil ederken, dişillik; ekilen, yönlendirilen, cezbederek yönlendiren, desteklenen, alıcı olan, edilgen tarafını temsil eder. Her bir birey ister kadın, ister erkek olsun; belli oranlarda bu psişik cinsel enerji ve niteliği (yani erillik ve dişiliği) taşır. Şöyle içimize bir dönüp baksak, kadın ya da erkek olalım; bizi oluşturan psikolojik yapımızın bir kısım özelliklerinin erillik, bir kısmının da dişillik ihtiva ettiğini rahatlıkla görebiliriz. Yani, her biyolojik erkek psişik bir dişilliğe sahipken, her biyolojik kadın psişik bir erilliğe sahiptir.
Eril ve dişil taraflarımızla davranışlarımızı ortaya koyarken, bunu cinsiyetten bağımsız yaparız. Zira hayatın içinde, erillik psişik enerjisi ve niteliği yüksek oranda bulunan “maskülen kadınların” (Örneğin; hanım ağa ya da didaktik komut verici patron, yönetici ve öğretmenler) yanı sıra, son derece hassas, kırılgan, alıngan, pasif, eyleme geçemeyen “feminen erkekleri” çok sık görmekteyiz.
Özetle; her insanın cinsiyetten bağımsız, eril ve dişil tarafları vardır ve yapısal mizaç programına göre bireylerdeki erillik ve dişillik oranı değişiklik gösterir. Örneğin, mizaç yapısının temel motivasyonu mutlak güç arayışı olan; otoriter, kendinden emin, bağımsızlığına düşkün, girişken, atak, iddialı, ön alan ve kararlı bir kadının, mizaç yapısının temel motivasyonu olumlu duygulanım arayışı olan; sevgi dolu, duygusal, ilişki odaklı, sıcakkanlı, şefkatli, merhametli, hassas ve alıngan bir erkekle ilişkisi olduğunu düşünelim. Bu ilişkide mizaç yapısı gereği kadın daha eril (etkin, yönetici ve yönlendirici) bir rol üstlenirken, erkek daha dişil (alıcı, edilgen ve yönlendirilen) bir rol üstlenecektir. Ya da tam tersi, mizaç yapısının temel motivasyonu mutlak güç arayışı olan kişi erkek, mizaç yapısının temel motivasyonu olumlu duygulanım arayışı olan kişi kadın olduğunda; bu ilişkide mizaç yapısı gereği erkek daha eril bir rol üstlenecekken, kadın dişil pozisyonda kalacaktır.
Bir ilişkide çiftler arasındaki eril ve dişil dengenin kurulması ilişkideki doyumun en önemli unsurlarından biridir. Ancak toplumsal algıya baktığımızda eril davranışlar erkeklerle, dişil davranışlar ise kadınlarla özdeşleştirilmiştir. Bu durum bir tesadüf değildir ve bu algılamanın altında birçok biyolojik, psikolojik, sosyolojik ve kültürel dinamikler vardır: Kadınların genelinin, erkeklere göre fiziksel gücünün daha az olması ya da iş yaşamında erkeklerden daha geç aktif roller almaya başlamaları, onları hayatta daha dişil bir pozisyonda bırakmıştır. Hatta bu konuyla ilgili deyimler bile vardır. Örneğin “bu iş erkek işi; elinin hamuruyla erkek işine karışma; erkek getirmeyi, kadın yetirmeyi bilmeli” gibi.
Bizim modelimize göre; kadın-erkek ilişkilerinde kadınlar daha çok dişil pozisyonda, erkekler ise eril pozisyonda olmalıdır. Fakat burada kastettiğimiz erkek egemen bir ilişki değildir. Zira ilişkilerde eril ve dişil yönlerimiz, hem kadında hem de erkekte ayrı ayrı tatmin olmalıdır ve yerine/duruma/pozisyona göre kadında eril yönler, erkekte dişil yönler öne çıkabilmelidir. Ancak yine de özel ilişkilerle, tüzel-toplumsal ilişkiler birbirinden ayırt edilmelidir. Örneğin; arkadaşlık, sosyal ya da iş ilişkilerinde bir kadın eril davranışlar sergileyebilir, bu tam da durum ve pozisyona uygun olabilir. İş yerinde yöneticilik görevindeki bir kadını düşünelim. Bu kişinin çalışanlarla olan ast-üst ilişkisindeki pozisyonu eril olmak zorundadır. Bu kadın dişil yönüyle çalışanlarını yönlendiremez, eğer yönlendirmeye çalışırsa iş ortamındaki ilişkiler dengesi bozulabilir. Ancak bu kişi eşinin yanına, ev ortamına döndüğünde dişil tarafının tatmin edilmesini ister ve bu durum sağlıklı bir psikolojik denge oluşabilmesi için çok önemlidir. Bunun için, eşinin eril bir yapıda olması gerekir ki, kadının dişilliğini tatmin edebilsin. Bununla birlikte kadının eşiyle olan ilişkisinde eril yönünün de tatmin olması gerekir. Bunu da erkeğin sergilemesi gereken olumlu dişillik olarak açıklayabiliriz. Örneğin; kadına ev işlerinde zaman zaman yardım etmesi ya da varsa çocuğun bakımına yardımcı olması gibi…
Bir özel ilişkide, kadın ve erkeğin yer ve zamana uygun olarak olumlu erillik ve olumlu dişillik rollerini karşılıklı bir uyum içinde sergileyebilmeleri, o ilişkideki eril- dişil dengenin devamlılığını sağlar. Bir başka deyişle kadın ve erkeğin zaman zaman bu rolleri değişebilme esnekliğini gösterebilmeleri gereklidir. Örneğin, bir erkeğin evin tamirat ve bakım işleriyle ilgilenmeyi üstlenmesi onun genel “olumlu erillik” yönüdür. Ancak erkek bir sebepten ötürü bunu yapamadığında, bozulan bir eşyayı kadının tamir etmesi, o kadının duruma göre üstlendiği “olumlu eril” bir roldür. Bir başka örnekle, evde yemekleri çoğunlukla kadının pişiriyor olması, onun doğal “olumlu dişillik” rolünü üstlenmesidir. Erkeğin de zaman zaman yemek hazırlamakta eşine yardım etmesi ya da bazı akşamlarda yemek hazırlama işini tamamen üstlenmesi ise erkeğin olumlu dişillik yönüdür. Hatta aşçılık mesleğinde erkeklerin daha önde rol almaları, sosyokültürel faktörlerin yanı sıra, bu erkeklerin “olumlu dişillik” becerilerine sahip olabilmeleriyle ilgilidir. Aslında bu durum erillik-dişillik öğelerinin cinsiyetten bağımsız yönünü açık bir biçimde ortaya koymaktadır.
Bir kadının, dişil öğeleri kendisinden daha fazla önde olan bir erkekle ilişkisi varsa, bu durum günden güne çiftlerin erillik ve dişillik dengesini bozabilir. Örneğin; sürekli alınan, kırılan, küsen, karar veremeyen bir erkek, partnerinin dişil tatminini karşılamadığı gibi, kadının eril yönlerini kullanmaya onu zorlayan bir mecburiyet durumuna da neden olabilir. Ya da dişillik özelliğiyle, partnerinin kendisini korumasını bekleyen bir kadın, beklentisinin aksine partnerinin ondan yardım beklediğini görüyorsa, ilişkideki eril-dişil dengesi bozuktur diyebiliriz. Bu durumda olan çiftler ayrılmasalar bile ilişkilerinde aradıkları doyumu hiçbir zaman bulamazlar.

Mizaç yapıları eril ve dişil dengenin kurulması için önemli bir anahtardır. Kişi kendi mizaç yapısını bilebilirse, eril ve dişil yönlerini tüm özellikleriyle tanıma, geliştirme ve yerli yerinde kullanma fırsatı bulabilir. Bu sayede partnerinin ve kendisinin ilişkideki eril ve dişil ihtiyaçlarını karşılayabilir. (Aşk-ı Mizaç)

21 Nisan 2015 Salı

İlişkilerin Temel Dinamiği: İhtiyaçların Dili

İlkel insanların “insan karnıyla düşünür” deyimi, “ihtiyaçların dili” kavramını belli bir açıdan çok güzel ifade etmiştir. Aslında bu mecazi ifade, ta eski çağlarda yaşayan insanlardan günümüze dek, -ihtiyaçların dilinin önem sırası değişse de- insanın ihtiyaçlarıyla hareket ettiğini ve bedensel varlığını devam ettirebilmek adına; içgüdüsel ve fiziksel bütünlüğünü (yemek, içmek, barınmak, üremek vb.) koruması ve sürdürebilmesinin en öncelikli beşeri gereklilik olduğunu ortaya koymaktadır. Örneğin karnı aç olan bir arkadaşınıza,  “harika bir kitap buldum, okumak ister misin?” dediğinizde, ihtiyaçlar hiyerarşisi içerisinde o kişi düşünsel ya da duygusal bir yönelimle o kitapla ilgilenmeyecek, haliyle içgüdüsel bir yönelimle açlığını doyurmanın derdine düşecektir.
Günümüz psikolojisinde yaygın kabul gören A. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisindeki sıralamaya göre de, insanların geneli için ilk olarak; barınma, korunma, beslenme, üreme gibi “fiziksel” ihtiyaçlar gelmektedir. Sevme, sevilme, hoşlanma, ilgi duyma gibi “duygusal” ihtiyaçlar, fiziksel ihtiyaçlardan sonra gelirken; öğrenme, tanıma, bilme, keşfetme gibi “düşünsel” ihtiyaçlar ise en son sırada gelmektedir.
İnsanlık açısından “kavramsal düzeyde” genelleştirilebilecek bu sıralama, acaba “her bir bireyin gündelik pratiğinde” aynı önem ve öncelik sırasına sahip midir?

Bu soruya partner-eş ilişkileri çerçevesinde cevap verecek olursak; insanların eş seçimindeki önceliklerini her zaman bu ihtiyaç sıralamasına göre belirlemedikleri aşikardır. Örneğin; bazı insanlar için fiziksel ihtiyaçlar (güzellik, cinsel çekim ve maddi imkânlar) daha fazla öne çıkarken, bazıları için duygusal ihtiyaçlar (sevgi, ilişkideki yakınlık, sıcaklık, istek ve arzuların birbirine uygunluğu) öne çıkmaktadır. Bazıları için ise düşünsel ihtiyaçlar (fikir alış verişi yapabilme, hızlı kavrayabilme, aynı düşünce ve dünya görüşüne sahip olma ve ortak entelektüel meraklara sahip olma) çok daha öncelikli bir öneme sahip olabilmektedir. Bunun yanı sıra, ihtiyaçların diline göre; fiziksel, duygusal ve düşünsel ihtiyaçlarımız,  partnerimiz-eşimiz tarafından ne kadar çok karşılanırsa ilişkinin devamlılığı da o kadar uzun ve sağlıklı olacaktır denilebilir. (Aşk-ı Mizaç Syf:16)

20 Nisan 2015 Pazartesi

Eşim Evlendikten Sonra Değişir mi ?

Eğer çiftler birbirlerinin mizaç yapılarını bilmiyorlarsa; evlilikten sonra onları eşleriyle ilgili “sürpriz bir değişim” bekliyor olabilir. Nitekim evlenmeden önce birbirlerini tanıyabilmek için uzun yıllar birlikte olmuş danışanlarımız dahi, evlendikten sonra eşlerinin çok değiştiğini düşünebiliyorlar.
Evlilik, kişinin tüm yaşamını etkileyen önemli bir dönemeç olduğundan, doğası gereği kişinin hayat standardı, alışkanlıkları ve davranışlarının da değişmesine yol açabilir. Örneğin, eğer siz çok titiz ve düzenli biriyseniz, evlenmeden önce eşiniz, ilginizi çekmek ya da ilgi ve sevginizi kaybetmemek adına -aslında kendi mizaç tipinde düzenli olma özelliği bulunmamasına rağmen- bu konuda özel bir çaba sarf ediyor olabilir. Hatta bunu sizi evliliğe ikna etmek için değil de, flört döneminin heyecanı nedeniyle, hiç fark etmeden ve doğal olarak yapıyor olabilir. Ancak evlendikten sonra flört döneminin heyecanı bittiğinde, kendi mizaç tipinde olmayan bu özelliği sürdürmekte doğal olarak zorlanabilir. Bu nedenle siz de onun zamanla değiştiğini düşünebilirsiniz. Oysa bu durumda değişen; eşinizin “kendisi” ya da “mizaç özellikleri” değil, yalnızca davranışlarıdır. Diğer yönden, eğer “düzenli olmak” eşinizin mizacında varsa, bu özelliğin yaşam boyunca değişmeyeceğinden emin olabilirsiniz. Ancak bu özelliği kişiliğinde, takıntılı ya da daha gevşek bir biçimde düzenli olma davranışı şeklinde görebilirsiniz.

Dolayısıyla evlenmeden önce eşlerinin mizaç yapısını bilen kişiler, onları hem doğuştan gelen ve değişmeyen mizaç özellikleri, hem de değişebilen kişilik özellikleri ekseninde tanıyabilir, dolayısıyla evliliklerini “ne çıkarsa bahtıma” tesadüfiliği yerine, sağlam bir temel üzerine inşa edebilirler. (Aşk-ı Mizaç Syf: 30)

"Bana Eşimi Söyle" İsmi Nereden Geliyor ?

Hem meslek yaşantımızda karşılaştığımız çiftlerde, hem de günlük yaşam içerisinde gözlemlediğimiz ilişkilerde, insanların otomatik olarak hep belli tiplerden hoşlandığını ve bu tiplere çekim duyduklarını görüyoruz. İnsanların otomatik bir biçimde birbirlerini tensel/duygusal/düşünsel açıdan çektiklerine çok defa tanıklık etmişizdir. Bu duruma örnek olarak, yeni bir ortama girdiğinizde, gözünüzün hemen bir kişinin üzerine odaklanması ve o kişiyle aranızda bir çekimin başlaması verilebilir. Çiftler arasında tensel ve psişik uyumun olması, eril-dişil dengesiyle ilgili olduğu gibi, insanların geneli arasında otomatik bir biçimde gerçekleşen çekim/itimin oluşması da daha çok “eril kişilerin dişil kişileri, dişil kişilerin de eril kişileri kendine çekmesiyle ilgilidir”.

Güncel bir ifadeyle “birbirinden elektrik almak/alamamak” şeklinde ifade edilen bu otomatik çekim/itimin, ilişkilerin başlamasında belki de en kritik kıvılcımı oluşturduğunu söyleyebiliriz. Zira hepimiz hemen hemen her gün, meşhur evlilik programlarında, ilk kez karşılaşan kişilerin “birbirlerini daha yakından tanımak isteme” kararı almalarına ya da “birbirlerini tanımayı bile” reddetmelerine şahit oluyoruz. Aslında en ilginci, bu kişilerin birbirlerine karşı çekim duymamaları ya da itim duymalarına neden olan şeyi, çoğu zaman kendilerinin de bilmemesidir. Bu durumu genellikle “kusura bakmayın, sizden elektrik alamadım” diyerek açıklamaya çalışırlar. Birçok kişi de, ilişkilerin başlamasında çok güçlü bir enerji kaynağı olabilen ya da ilişkilerin daha başlamadan bitmesine yol açabilen bu otomatik çekim ve itimin nedenlerinin açıklanmasının zor olduğunu düşünür. Oysa bu durum, mizaç tiplerinin doğasından kaynaklanan eril/dişil dengesi- otomatik çekim/itimle yakından ilgilidir. Örneğin, yukarıda da bahsettiğimiz, mizaç yapısının temel motivasyonu mutlak güç arayışı olan; otoriter, kendinden emin, bağımsızlığına düşkün, girişken, atak, iddialı, ön alan ve kararlı olan kadını düşünün. Bu kadının mizaç özellikleri, haliyle giyim ve konuşma tarzına, hatta oturma ve kalkma adabına bile yansıyacaktır. Bu kadının karşısında da yine mizaç yapısının temel motivasyonu olumlu duygulanım arayışı olan; sevgi dolu, duygusal, ilişki odaklı, sıcakkanlı, şefkatli, merhametli, hassas ve alıngan olan erkeği düşünün. Aynı şekilde bu erkeğin mizaç özellikleri de dış görünüşüne yansıyacağından -bu kişiler birbirlerini tanımasalar dahi- genellikle birbirlerine karşı bir çekim hissetmeyeceklerdir. Şimdi de mizaç yapısının temel motivasyonu güven ve emniyet arayışı olan, mantıklı ve kontrollü davranmaya çok önem veren, çevresindekilere kolay kolay güvenmeyen, ayrıca sık sık kararsızlık yaşayan ve kararlarını danışabileceği güvenilir, bilgili ve tutarlı birine ihtiyaç duyan bir kadın düşünün. Bu kadının karşısına da; mizaç yapısının temel motivasyonu kusursuzluk arayışı olan, ciddi, olgun, dürüst, sorumluluk sahibi, bilgili olmaya önem veren, her şeyin en doğrusunu öğrenmeye ve yapmaya çalışan, çevresindekileri de doğru bildiği davranışlara yönlendiren bir erkek çıksın. Bu kişiler, birbirlerini tanımasalar dahi, mizaç özelliklerinin dış görünüş, davranış ve konuşmalarına olan yansımaları, otomatik olarak bu kişileri birbirlerine çekecektir.

Sonuçta; çiftlerin birbirleriyle ilk karşılaştıkları andan itibaren, ilişkinin hiç başlamaması ya da çiftler arasında uzun yıllar sürecek, uyumlu bir ilişki kurulmasında; hem mizaç tiplerinin çekim-itimleri hem de bu çekim ve itimi sağlayan eril-dişil dengesinin çok büyük bir etkisi vardır.

Bu güne dek, evlenmek isteyen, ancak kendisini evliliğe hazır hissetmediği için başvuran birçok danışanımız, “bana eşimi söyleyin, hangi mizaç tipinde, nasıl bir kişiyle evlenmeliyim?” sorusunu bize sıkça yöneltmişlerdir. Çift olarak çeşitli sorunlarla başvuran danışanlarımız da -çok çeşitli sorunlardan şikayet etseler de- aslında “hal dilleriyle” bize; “bana eşimi söyleyin, onun özünde nasıl biri olduğunu tanımak istiyorum” demişlerdir.  Bizler de yıllar yılı onlara, hem ilişkilerin başlamasında hem de sağlıklı bir şekilde sürdürülmesinde mizaç tiplerinin etkisinin önemini anlattık. Ancak daha fazla kişinin mizacıyla uyumlu, ilişkisinde eril-dişil dengesini yakalayabileceği eş adaylarıyla buluşabilmesi amacıyla, geniş bir ekiple birlikte bu alandaki mesleki bilgi ve tecrübelerimizi online ortama taşıdık. Projemize de danışanlarımızın sesinden ilham alarak “bana eşimi söyle” ismini verdik.