Hayatta
her şey karşıtıyla/zıttıyla birlikte değerlendirildiğinde bir anlam ifade eder.
Örneğin iyilik, kötülük olmadan; güzellik de çirkinlik olmadan bir anlam
taşımaz. Kadın, erkek olmadan anlamını yitirebileceği gibi; erkek de kadın olmadan bir anlam taşımaz.
Burada bir nokta çok önemlidir: Eğer iki zıt birbirini yok etmeyip, tamamlıyorsa
biz buna “bütünü meydana getiren paradoks”
diyebiliriz. Kadın ve erkek, varoluşun en değerli meyvesi olan insanın,
birbirini tamamlayıcı iki yüzüdür. Bununla birlikte her kadın ve erkeğin içinde
iki tür psişik enerji/nitelik bulunur: Erillik ve Dişillik…
Erillik ve dişillik; psişik cinselliğimizi bir bütün halinde belirleyen
paradoksik zıtlardır. Basitçe tanımlarsak, erillik; bir kişinin eken,
yöneten, yönlendiren, müdahale eden etkin tarafını temsil ederken, dişillik;
ekilen, yönlendirilen, cezbederek yönlendiren, desteklenen, alıcı olan, edilgen
tarafını temsil eder. Her bir birey ister kadın, ister erkek olsun; belli
oranlarda bu psişik cinsel enerji ve niteliği (yani erillik ve dişiliği) taşır.
Şöyle içimize bir dönüp baksak, kadın ya da erkek olalım; bizi oluşturan
psikolojik yapımızın bir kısım özelliklerinin erillik, bir kısmının da dişillik
ihtiva ettiğini rahatlıkla görebiliriz. Yani,
her biyolojik erkek psişik bir dişilliğe sahipken, her biyolojik kadın psişik
bir erilliğe sahiptir.
Eril ve dişil taraflarımızla davranışlarımızı ortaya koyarken, bunu
cinsiyetten bağımsız yaparız. Zira hayatın içinde, erillik psişik enerjisi ve
niteliği yüksek oranda bulunan “maskülen kadınların” (Örneğin; hanım ağa ya da
didaktik komut verici patron, yönetici ve öğretmenler) yanı sıra, son derece hassas,
kırılgan, alıngan, pasif, eyleme geçemeyen “feminen erkekleri” çok sık
görmekteyiz.
Özetle; her insanın cinsiyetten
bağımsız, eril ve dişil tarafları vardır ve yapısal mizaç programına göre
bireylerdeki erillik ve dişillik oranı değişiklik gösterir. Örneğin, mizaç
yapısının temel motivasyonu mutlak güç arayışı olan; otoriter, kendinden emin,
bağımsızlığına düşkün, girişken, atak, iddialı, ön alan ve kararlı bir kadının,
mizaç yapısının temel motivasyonu olumlu duygulanım arayışı olan; sevgi dolu, duygusal,
ilişki odaklı, sıcakkanlı, şefkatli, merhametli, hassas ve alıngan bir erkekle
ilişkisi olduğunu düşünelim. Bu ilişkide mizaç yapısı gereği kadın daha eril
(etkin, yönetici ve yönlendirici) bir rol üstlenirken, erkek daha dişil (alıcı,
edilgen ve yönlendirilen) bir rol üstlenecektir. Ya da tam tersi, mizaç
yapısının temel motivasyonu mutlak güç arayışı olan kişi erkek, mizaç yapısının
temel motivasyonu olumlu duygulanım arayışı olan kişi kadın olduğunda; bu
ilişkide mizaç yapısı gereği erkek daha eril bir rol üstlenecekken, kadın dişil
pozisyonda kalacaktır.
Bir ilişkide çiftler arasındaki
eril ve dişil dengenin kurulması ilişkideki doyumun en önemli unsurlarından
biridir. Ancak toplumsal algıya baktığımızda eril davranışlar erkeklerle,
dişil davranışlar ise kadınlarla özdeşleştirilmiştir. Bu durum bir tesadüf
değildir ve bu algılamanın altında birçok biyolojik, psikolojik, sosyolojik ve
kültürel dinamikler vardır: Kadınların genelinin, erkeklere göre fiziksel
gücünün daha az olması ya da iş yaşamında erkeklerden daha geç aktif roller
almaya başlamaları, onları hayatta daha dişil bir pozisyonda bırakmıştır. Hatta
bu konuyla ilgili deyimler bile vardır. Örneğin “bu iş erkek işi; elinin
hamuruyla erkek işine karışma; erkek getirmeyi, kadın yetirmeyi bilmeli” gibi.
Bizim modelimize göre;
kadın-erkek ilişkilerinde kadınlar daha çok dişil pozisyonda, erkekler ise eril
pozisyonda olmalıdır. Fakat burada kastettiğimiz erkek egemen bir ilişki
değildir. Zira ilişkilerde eril ve dişil yönlerimiz, hem kadında hem de erkekte
ayrı ayrı tatmin olmalıdır ve yerine/duruma/pozisyona göre kadında eril yönler,
erkekte dişil yönler öne çıkabilmelidir. Ancak yine de özel ilişkilerle,
tüzel-toplumsal ilişkiler birbirinden ayırt edilmelidir. Örneğin; arkadaşlık,
sosyal ya da iş ilişkilerinde bir kadın eril davranışlar sergileyebilir, bu tam
da durum ve pozisyona uygun olabilir. İş yerinde yöneticilik görevindeki bir
kadını düşünelim. Bu kişinin çalışanlarla olan ast-üst ilişkisindeki pozisyonu
eril olmak zorundadır. Bu kadın dişil yönüyle çalışanlarını yönlendiremez, eğer
yönlendirmeye çalışırsa iş ortamındaki ilişkiler dengesi bozulabilir. Ancak bu
kişi eşinin yanına, ev ortamına döndüğünde dişil tarafının tatmin edilmesini
ister ve bu durum sağlıklı bir psikolojik denge oluşabilmesi için çok
önemlidir. Bunun için, eşinin eril bir yapıda olması gerekir ki, kadının
dişilliğini tatmin edebilsin. Bununla birlikte kadının eşiyle olan ilişkisinde
eril yönünün de tatmin olması gerekir. Bunu da erkeğin sergilemesi gereken olumlu dişillik olarak açıklayabiliriz.
Örneğin; kadına ev işlerinde zaman zaman yardım etmesi ya da varsa çocuğun
bakımına yardımcı olması gibi…
Bir özel ilişkide, kadın ve erkeğin yer ve zamana uygun olarak olumlu
erillik ve olumlu dişillik rollerini
karşılıklı bir uyum içinde sergileyebilmeleri, o ilişkideki eril- dişil
dengenin devamlılığını sağlar. Bir başka
deyişle kadın ve erkeğin zaman zaman bu rolleri değişebilme esnekliğini
gösterebilmeleri gereklidir. Örneğin, bir erkeğin evin tamirat ve bakım
işleriyle ilgilenmeyi üstlenmesi onun genel “olumlu erillik” yönüdür. Ancak
erkek bir sebepten ötürü bunu yapamadığında, bozulan bir eşyayı kadının tamir
etmesi, o kadının duruma göre üstlendiği
“olumlu eril” bir roldür. Bir başka örnekle, evde yemekleri çoğunlukla kadının
pişiriyor olması, onun doğal “olumlu dişillik” rolünü üstlenmesidir. Erkeğin de
zaman zaman yemek hazırlamakta eşine yardım etmesi ya da bazı akşamlarda yemek
hazırlama işini tamamen üstlenmesi ise erkeğin olumlu dişillik yönüdür. Hatta
aşçılık mesleğinde erkeklerin daha önde rol almaları, sosyokültürel faktörlerin
yanı sıra, bu erkeklerin “olumlu dişillik” becerilerine sahip olabilmeleriyle ilgilidir.
Aslında bu durum erillik-dişillik öğelerinin cinsiyetten bağımsız yönünü açık
bir biçimde ortaya koymaktadır.
Bir kadının, dişil öğeleri kendisinden daha fazla önde olan bir erkekle
ilişkisi varsa, bu durum günden güne çiftlerin erillik ve dişillik dengesini
bozabilir. Örneğin; sürekli alınan, kırılan, küsen, karar veremeyen bir erkek,
partnerinin dişil tatminini karşılamadığı gibi, kadının eril yönlerini
kullanmaya onu zorlayan bir mecburiyet durumuna da neden olabilir. Ya da
dişillik özelliğiyle, partnerinin kendisini korumasını bekleyen bir kadın,
beklentisinin aksine partnerinin ondan yardım beklediğini görüyorsa, ilişkideki
eril-dişil dengesi bozuktur diyebiliriz. Bu durumda olan çiftler ayrılmasalar
bile ilişkilerinde aradıkları doyumu hiçbir zaman bulamazlar.
Mizaç yapıları eril ve dişil
dengenin kurulması için önemli bir anahtardır. Kişi kendi mizaç yapısını
bilebilirse, eril ve dişil yönlerini tüm özellikleriyle tanıma, geliştirme ve
yerli yerinde kullanma fırsatı bulabilir. Bu sayede partnerinin ve kendisinin
ilişkideki eril ve dişil ihtiyaçlarını karşılayabilir. (Aşk-ı Mizaç)